Şiirde bir “biyografik inceleme” mümkün müdür? Şairin imgelerle, metaforlarla işaret ettiği nesneler ne olursa olsun, okuyanda uyandırdığı etkiler kadar farklı ve zengin anlamlara gebe bir edebi türü müstakil inceleme yöntemiyle belli bir kanala sokabilir miyiz? Yoksa farklı inceleme yöntemleriyle, algı şablonlarıyla şiiri daha da zenginleştirebilir miyiz? Şiiri, yazarının bağlamından ve sonra kendi içindeki parçalarından bağımsızca sökmek, orijinalindeki anlamı yok etmek midir yoksa çoğaltmak mıdır?
2011’de yüksek lisans öğrencisiyken ders/ödev hazırladığım, buraya koymadan önce de küçük düzenlemeler yaptığım çalışmayı, hem İsmet Özel okurları hem de akademik çalışmalar ve şiir inceleme çalışmaları yapacaklara bir biyografik okuma örneği ve yukarıdaki soruyu tartışma yolunda çok sayıda kelimeden oluşan koca bir soru işaret olarak paylaşıyorum.
Bu, deneysel bir yöntemdir ve eleştiriye, beyin fırtınasına açıktır.
Yine aynı dönemde Hilmi Yavuz ile Arif Ay arasında şiir inceleme yöntemlerine dair yaşanan benzer bir tartışmayı, bu soru işaretinin yanına ikinci bir tanesi olarak BURAYA bırakıyorum.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır.
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar bazı solgun
gömleklerin çözük düğmelerinden çelik tırpan
gibi silkiniyor çocuklar denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve simdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
Şiire Genel Bir Bakış
Bir şiiri çözümlemek için her ne kadar farklı yöntemler ve ölçüt alınabilecek farklı kuramlar olsa da İsmet Özel’in biyografisi, şiirleri, kronolojik olarak hayatının ve dolayısıyla şiirinin geçirdiği dönüşümler göz önüne alındığında, özellikle elimizdeki şiiri değerlendirmek için gereken en uygun şablonlardan birisi, şairinin biyografisi olacaktır. Daha net bir ifadeyle diyebiliriz ki incelenecek şiir, yazıldığı zaman, üslup ve şairi hakkında bilgi sahibi olunduğunda kendi yöntemini kendisi verecektir.
Kuşbakışıyla baktığımızda İsmet Özel’in biyografisi ve içine girdiği fikirsel değişimler konusunda, varoluşuna ve hayatının anlamına dair girdiği arayışların onu öncelikle Marksist ideolojinin hakim olduğu sosyalist bir ortama, buradan maneviyata, iç dünyaya ve İslam’a ve son yıllarda da görülebileceği üzere nispeten Türkçü bir bakışa yönlendirdiğini görürüz. Bu değişimlere ve kimilerince eleştirilen çıkışlarına bu yazıda değinmek işimiz ve amacımız değil.
Varoluşçu yaklaşımının nihai hedefini iç dünyasına ve İslam’a doğrultan şairin, bu sürece gelişindeki bütün kişisel geçişlerini, yaşadığı maddi ve manevi süreçlerin ayrıntılarını hiç kuşkusuz şiirlerinin satır aralarında bulabiliyoruz. İşte, bu şiirlerin en önemlilerinden biri olan “Kanla Kirlenmiş Evrak” da, onun geçmişi, şimdisi ve geleceği arasındaki değişimin, sorgu-sualin ipucunu bize vermektedir. Fikirlerinin ve duygularının halef ve selef ilişkilerini bu şiirde çok da net olmayan fakat sezdirebilen ifadelerle görebiliyoruz.
Şiir en genel haliyle şu iki duygu/eylem üzerindedir;
1-Arayış
2-Sorgulama
Elbette şiirin içerdiği unsurlar iki maddeyle ifade edilecek kadar az değildir zira bu başlıkların her ikisi de pek çok alt unsuru içermektedir. Üstelik birbirleriyle de ilişki içerisindedir.
Şairin içinde bulunduğu sorgulama, arayışının bir aracıdır. Şairin sorgusu, ruhsal ve fikirsel değişimle, dolayısıyla dünyaya bakışı, dünyayı ve hayatı anlamlandırışıyla ilgilidir. Arayışı ise, aslında bir bütüne ait fakat hiçbiri bir diğeri olmadan var olamayacak parçalardan oluşur. Bu parçalar belki bir mutluluk, belki huzur, belki de inanç, istikrar arayışıdır fakat söylediğimiz gibi, bütün bu arayışlar aslında şairin kendi kendine yönelttiği bir anlam arayışında toplanır. Varoluş sancısını dindirecek, dindirmese bile onu anlamlandıracak olan duygu ve fikirleri aramaktadır şair.
Şiir, bir “geçmiş-şimdi-gelecek” zincirlemesi üzerine kuruludur. Nitekim, geçmişi ve şimdiyi, bentler içinde zigzaglı bir örgüde görürken, gelecekle ilgili öngörüleri somutlaştırılmış, kelimeye dökülmüş halde bulamayız. Şair, geçmişi ve şimdiki arasındaki sorgulamasıyla, gelecekle ilgili öngördüğü şeyleri okuyucuya sezdirir. Filmlerin sonunda çıkan “Devam edecek” hissi gibi bir histir bu. Bu üç unsura yaklaşımını şöyle şemalayabiliriz:
Biçimsel Özellikler
“Kanla Kirlenmiş Evrak”, serbest ölçüyle yazılmış bir şiir. Toplamda 3 bende sahip olan şiirin dizelerinden ikisi 7’li, biri 8’li bent. Her dizenin ilk dizesi “Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında” ifadesiyle nakaratlanmış. Şiirde istikrarlı bir kafiyeleniş olmasa da, birkaç dizede bir yarım veya tam kafiyelerle dize sonu kafiyeleri oluşturulmuş. Fakat şiirin asıl ritmini ve kafiyesini, bentler içerisinde kullanılan kurallı ve devrik cümlelerin birbirleriyle oluşturduğu ritmik ahenk ve yine her bende özel kullanılan zaman ekleri oluşturmuş. Yer yer sohbet tadında ama imge ve metaforlarla örülü olan şiirin şairane söyleyişi, şiirin ritmik akıcılığını sağlamış.
ŞİİRİN SÖZDİZİMİ VE SÖZ VARLIĞI
İsmet Özel şiirlerinin genelinde olduğu gibi özgün ifadeler bol kullanılmıştır fakat deyimler yoktur. İlk iki bentteki deniz ve toprak unsurları, anlamsal olarak farklı mekan ve duygular için kullanılmalarına karşın, şiirin biçimsel kurgusu bakımından kullanıldıkları yerlerde paralellik oluşturmaktadır.
Yine ilk iki bentte paralellik içinde yer alan toprak, tırpan, çapa gibi kelimeler Marksist geçmişi olan bir şairin şiiri için dikkat çeken unsurlar olsa da, bu konuya içerik kısmında geniş ölçüde değineceğiz.
İÇERİK ANALİZİ
Başta da söylediğimiz üzere, şiirdeki üç bent, sırasıyla geçmişi, şimdinin devinimini ve geleceğin sezdirilmesini içeriyordu. Bunu, ilk bentte kullanılan ifadelerin bir tanışıklığı, yerleşikliği, aidiyeti; ikinci benttekilerin yabancılaşmayı, yabancılaşarak değişmeyi ve üçüncü bentteki ifadelerin ise ilk iki bentteki sorguların sonucuyla gelecek arasındaki köprüyü çağrıştırmasından anlıyoruz. Peki bu ifadeler ve içerdikleri anlamlar nelerdir? Sırayla her bendi inceleyerek bakalım:
1.Bent:
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır.
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.
Söyleyeceklerimizden önce, her bendin başında bulunan “Karanlık sözler” ifadesinin ne anlama geldiğini bilmek durumundayız. Zira şair, her bendin başına bu cümleyi koyarak dikkatimizi buraya çekmek istemiştir. Şair, neden kendi hayatı hakkında karanlık sözler yazmaktadır? Nedir bu karanlık sözler? Bu, hiç kuşkusuz kendini tokatlar içinde bırakarak yapılan bir öz-hesaplaşmadır. Söz konusu şiirin bir iç hesaplaşma ve bir değişim habercisi olduğunu biliyoruz.
Eğer bir yerde değişime ihtiyaç varsa, anlaşılır ki orada yolunda gitmeyen, memnun olunmayan bazı durumlar hasıl olmuştur. Bu durum, insan hayatı için de geçerlidir. Şair, bir dönüşüm içerisine girdiğine göre, kendisi ve kendisine dair her şeyle, hayatıyla ilgili bir rahatsızlık içerisindedir ve tabi ki bu dönüşüme öncelikle geçmişi ve şimdiyi sorgulayarak başlayacaktır. Hayatının sonraki dönemlerinde bir aydınlığa, ışığa çıkmak ister ve ışığa çıkmak için de önce kendi karanlığıyla hesaplaşmak durumundadır. Yaşadığı hayattan memnun olmadığı, bir başka yaşantıya ihtiyacı ve arzusu olduğu için de, hayatı hakkında karanlık sözler yazması kaçınılmazdır.
Demiştik ki ilk bent, şairin çok öncede kalan geçmişinden başladığı yerdir ve burada nispeten tanışıklığı, aidiyeti anlatan ifadeler vardır. “Aşklar, inançlar, cebimdeki adresler” ifadeleri hep bu tanışıklığı anlatır. Şairin içinde olduğu aşikar olan yalnızlık duygusu belki ayrılıklarla, belki mesafelerle, belki de gurbetler, ihanetler, baskılar ve ölümlerle oluşmuştur.
Aşkların ve inançların işgal altında olması, şairin elinin uzanmak istediğini fakat dış unsurların engeliyle artık ulaşılamayacak durumda olduğunu bize verebilmektedir. Burada bahsettiği “işgal”, belki de şairin yaşadığı dönem ve içinde bulunduğu siyasi mücadele ortamıyla ilgilidir. Zira “tabutumun üstünde zar atıyorlar” ifadesi de bunu destekler niteliktedir.
Şairin tanıdığı ya da tanımadığı eller, onun hayatı üzerinde oyunlar oynamakta, varlığını maddi ve manevi anlamda tehdit etmektedir. Gerek içsel, gerekse nesnel olarak şairin farkına vardığı ölüm bilinci, belki de tüm şiirin hareket noktasını oluşturmuştur. Çünkü yaşamı değerli kılan ölümün varlığı, hayatın sınırlı olmasıdır. Ve farkındalık sahibi olan bir şairin arayışı, “doğru” bir yere varmak, bir şeyler feda edilecekse en azından doğru bir şeyler için etmek üzerinedir.
Diğer yandan bu arayış ve şairin farkındalığı, aynı farkındalığa sahip pek çok insan gibi, onun birçok yerde, birçok mecrada barınamaması, deneyimlerini içselleştirememesiyle sonuçlanmıştır. Anlatıcı, savunmasızlık duygusunu, tanıdık olduğu yerlerle ve insanlarla gidermek istemiş, fakat onları ya işgal altında bulmuş, ya da “cebindeki adreslerde –bir şekilde- umut kalmamıştır”.
Ve şair, geçmişine baktığında belki de hiçbir yerde derdini anlayan insanlar, işe yarar işler yaptığına, doğru bir hayat kurduğuna dair izler göremez. Çünkü toprağa sokulduğunda çapa vuran adamlar da, denize yaklaştığında kumlar ve çakıl taşları da şairin geçmişini aşağılar hale gelmiştir. Geçmişe dair hissettiği yabancılaşmayı artık her yerde hissettiğini burada anlıyoruz. Toprağa da gitse denize de yaklaşsa, geçmiş günlerini aşağılamaktadır.
Buradaki toprak ve deniz metaforları bir bakımdan da şehir ve köy/kasaba olarak algılanabilir. Sonraki bentlerde, İsmet Özel’in birçok şiirine izlek olan “şehir” algısının nasıl bir soğukluk, karanlık ve yabancılaşma içerdiğini gördüğümüzde, denizi olan yeri şehir, toprağı olan yeri de anlatıcının geldiği köy/kasaba gibi görmek mümkün olabilir.
Diğer yandan, Marksist geçmişi olan bir şairin şiirindeki toprak ve çapa imgelerine dikkat çekmek fazla ileri gitmek mi olacaktır; yorum, okuyana kalmış.
Dolayısıyla şair, ilk bentte anlattığı geçmişinde artık bir aidiyet bulamamaktadır. Bıraktığı hiçbir şey yerinde değildir fakat daha da önemlisi, şair ve onun aşağılanan geçmişi, eskisi gibi değildir.
2.Bent:
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.
Önceki bentte yüzleşilen yalnızlık ve geçmişe duyulan memnuniyetsizliğin kabullenişinin ardından şairin hesaplaşması ve değişimindeki ikinci adım, ikinci bentle devam eder. Bu kısımda geçmişin ardından, geçmişten kalanlarla daha çok “bugün”e döner şair.
İlk bentte, şairin aşağılandığını hissettiği, hesaplaştığı geçmişi, onun daha çok insanlar ve ilişkiler bazlı geçmişiydi. Bu kısımda ise şair, şehirle, şehirdeki hayatla, biraz da o şehre gelişinin ardından içine girdiği siyasi ve sosyal travmayla hesaplaşır. Şaire bu şiiri yazdıran fikir ve duygular, zaten manevi bir yorgunluğun ve rahatsızlığın işaretidir. Bu kısma kadar bu fikir ve duygularla gelmiştir ve bu ana kadarki siyasi hayatından, oradaki insanlardan, olaylardan ve en nihayetinde kendi içindeki siyasi bakıştan soğumuştur.
Daha doğru bir ifadeyle “yabancılaşmıştır”. İşte bu bentte, onun bu yabancılaşmasını görüyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi, anlatmak istediklerini geçmişten başlatan şair, bu bentte geçmişten aldıklarıyla ve geçmişte kaybettikleriyle birlikte, “şimdi”nin devinimini bize veriyor.
“Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını” ifadesinde, siyasi hayat ve fikriyatın sorgulanışını çok net görebiliriz. Geçmişinde bulunduğu siyasi mücadele, muhakkak ki şairin polis raporlarındaki yerini almasını sağlamıştır. “Polis raporu” imgesi, aslında onun siyasi fikirleri gereği karşısına aldığı “devlet” yapısını simgeler vaziyettedir. Hızlı ve dolu dizgin geçen mücadele yıllarının ardından, şairin varoluşsal yalnızlığı neticesinde siyasi ortamdan ve fikirlerden de uzaklaştığını anlarız. O, doğru sandığı pek çok şeyi sorgulamaya ve onlardan uzak bir dönüşüme başlamıştır.
Bu dönüşümün başladığı ve tamamlanmaya yaklaştığını, tam da bu dizeden anlıyoruz. Çünkü mürekkebin bir zamanlar ıslak olduğu polis raporlarını artık “rüzgar buruşturuyor”dur. Bu rüzgar, zamanın ve zamanın getirdiklerinin ta kendisidir. Şair, aşağılanan ve kendisi tarafından da yanlış ve değersiz görülen geçmişini buruşturmaya, çöpe atmaya karar vermiştir. Artık polis raporlarına gerek olmayacaktır çünkü o raporlardaki ismin sahibi değişmekte ve raporlar da buruşturulmaktadır.
Bu değişimin en önemli ayağı siyasi görüş ve dünyaya bakış olsa da tek ayağı bu değildir. Şairin geçirdiği değişim, yalnızca fikri bazda değil, aynı zamanda manevi ve içsel bazda bir değişimdir de… İşte, önceki bentteki geçmişe, aidiyete duyulan yabancılaşma, şaire yeni bir tanışıklık getirmemiş, aksine içine girdiği yeni hayatta da, yani siyasi hayat ve şehir hayatında da bir yabancılaşma getirmiştir. Bu yabancılaşma aynı zamanda bir “gurbet” fikrini de barındırmaktadır. Zira şair, bir manevi boşluk içerisinde kalmış olan geçmişin ardından, bir yabancı olarak geldiği şehri gördükten sonra, bu boşluğu daha da derinleşmiştir.
Şair, şehirde gördüğü manzaralardan hoşnut değildir. “Kadınların fazlasıyla günaha giriyor” olması şehrin bataklığını anlatır bir ifadedir. Burada şehrin batağı anlatılırken, diğer yandan bahsettiğimiz gurbet ve “ait olunan yer” her neresiyse oradan uzak olmanın getirdiği manevi deformasyon ve dejenerasyon da anlatılmaktadır. Bunu bize veren ifade; “Bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden/ Çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar/ Denizin satırları arasında” ifadesidir. (Yine deniz!)
Buradaki “düğmeleri çözülmüş solgun gömlekler” ve bu gömleklerden silkinen “çelik tırpan” imgesi, bize bu gurbet-şehir çatışmasını işaret etmektedir. Şehrin asimilasyonuna tanık olan ve ondan soğuyan şairin tanık oldukları, bu çatışmalar içerisinde bize verilmiştir. Tırpan-deniz imgeleri arasındaki çatışma, hiç kuşkusuz köy/kasaba-şehir arasındaki çatışmadır. Ve şair, bu çatışmanın tam ortasındadır.
Düğmelerin çözülmüş olması ve bu ifadenin günaha giren kadınlardan sonra k ullanılması, muhakkak ki yozlaşmayı anlatan cinsel bir çağrışım içindir. Yabancılaşmanın ve eleştirinin buradan çıktığının altını çizmek gerekir. O, bulunduğu bu yere zorlamayla gelmemiştir. Şair, bütün bu anlattığı çöküşe, kaosa ve yabancılaşmaya kendi isteğiyle ve gözleriyle tanık olmuştur ve bundan fiili olarak kaçmak gibi bir planı yoktur. Onun kaçışı, manevi ve içsel olacak fakat o, bu kaçışın vardığı değişimden alacağı güç ve inanç sayesinde, şehrin çöküşü içerisinde dik duracaktır.
Zira, son iki dizedeki şehir manzarası ve onun şairde yarattığı izlenim bize bunu çok açık vermektedir. “Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin” ifadesinde, şehirdeki gece hayatının kaotik devinimini çok yerinde kelimelerle görürüz. Şaire göre şehrin beyni “paslı”dır. Binlerce yıllık tarihinde pek çok yaşanmışlıkları, günahları barındırmaktadır ve buna rağmen halen “kükrüyor” denilecek kadar gürültülüdür. Fakat şairin bu kükremeyi “arsızca” diye nitelendirmesi dikkate değerdir. Bazılarınca çekici, iç gıdıklayıcı ve eğlenceli gözüken şehrin bu hareketliliği şaire göre sadece “arsızca”dır.
Tam da burada bir an durup, bir kez daha genel seyri göz önüne alalım. Şiir bütünüyle şairin fikirsel ve duygusal değişimini anlatan, belki de müjdeleyen bir şiirdi. Şair, üç bentlik bu şiirinin bentlerini sırayla geçmiş, şimdi ve bu ikisinin sonuçları aracılığıyla nereye varacağını müjdeleyecek şekilde gelecekte kurgulamıştı.
İlk bentteki geçmiş sorgusunun ardından ikinci bentteki “şimdi”nin devinimi gelmişti ve “şimdi”nin devinimini şairin şehirdeki yaşantısı ve siyasi mücadelesiyle ilgili çıkarımlarından görmüştük. Buradaki “devinim” ifadesini bilinçli kullanmaktayız zira şehrin hareketliliğinin şairdeki izdüşümünü şimdiki zaman ekiyle anlatmış olması bize ancak ve ancak bir devinimi vermektedir. Ve nihayet, bu iki bendin üçüncüye açıldığı son dizesinde şair, değişiminin ne yönde ve nereye açılacağını bize nispeten kapalı fakat derin bir cümleyle vermiştir: “Küfre yaklaştıkça inancım artıyor.”
Her ne kadar Türkçe’de “kötü söz” anlamında kullanılsa da kaynak dildeki anlamında “hakkı yemek, hak gizlemek, Allah’ı inkar etmek” gibi anlamlara gelen “Küfr” kelimesinin burada kullanılması çok manidardır. Zira “küfr”ü gerçekleştiren “kafir” olandır.
Geçmişi ve ardından şehirde tanık olduğu, yer yer içine girdiği her şeyi “küfr” olarak nitelendiren şairin bu durumdan kaçmaması, ondan hoşnut olması anlamına gelmemektedir. Az önce söylediğimiz gibi şair, bütün bunlardan kaçışını fiili olarak değil içsel olarak yapacaktır. Ve bu kaçışın önemli aracı ise, bu çöküşe, bu “küfr”e daha da yaklaşmaktır çünkü şair ona yaklaştıkça inancı da artmaktadır. İşte bu dinî, İslamî kelimelerle şairin bize işaret ettiği değişim, inançsal-dini bir değişim olacaktır. Şair, baştan beri bahsini ettiği değişimin adını koymuştur.
3.Bent:
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu
gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa
geldiğim zaman
acıyla uğraşacak
yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok
sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
Yazının Devamını Okumak İçin Tıklayın