Genel anlamıyla kitap bastırmak konusuyla ilgilenen bir yazar veya yazar adayıysanız, kitap yayınlamak için arayış içindeyseniz internette, sosyal medyada karşınıza Kitabınızı Ücretsiz Basıyoruz, Kitabınızı Gönderin Yayınlayalım gibi reklamlar bolca çıkıyordur. Hem de gittikçe artan bir sıklık ve çeşitlilikte. Bu normal çünkü daha önce de çokça belirttiğim üzere, yazar adayı sayısı okur sayısından fazla olan bir ülkeyiz. Yayınevleri yeni ve özellikle adı bilinmeyen yazarların dosyalarını basmayı neredeyse durdurdu veya çok ama çok azalttı. Bu durumun sebeplerini, sonuçlarını çokça dile getirdiğim için laf kalabalığı yapmak yerine O Yayınevleri Kitabınızı Basmayacak, Çünkü… başlıklı yazımı okumanız için bırakıyorum.
O yazıda bahsettiğim ekonomik ve kültürel durumların sonucu olarak henüz birkaç yıl önce sayısı ikiyi üçü geçmeyen self publishing firmaları bir anda mantar gibi çoğalmakla birlikte yayıncılığı gelişmiş ülkelerde kitap bastırmak için neredeyse son alternatifken bizde neredeyse ilk alternatif haline geldi. Yazar adayları zaten yayınevlerinden aylarca veya hiç cevap alamazken bir de birilerinin çıkıp Kitabınızı Ücretsiz Basalım vaadinde bulunmaları bu seçeneği çekici kılıyor. Ama sorular da peşinden geliyor. Bu yazıda şu gibi soruları cevaplamaya çalışacağım:
- Özellikle kitap basım ücretleri, ücretsiz kitap yayınlama ve okura ulaştırma açısından self publishing avantajlı mı ve güvenilir mi?
- Kendi kitabını bastırmak bu yayınevleri ile doğru, mantıklı, güvenilir bir seçenek mi?
- Gerçekten ücretsiz kitap bastırmak mümkün mü veya öyleyse bile sadece ücretsiz basmakla iş bitiyor mu?
- Kitap bastırmak isteyen ama yayınevlerinden cevap alamayanların karşısına çıkan “alternatif” yayınevleri veya yayınevi görünümlü ajanslar/matbaalar nasıl çalışır?
- Self publishing sistemiyle çalışan yayınevleri ile geleneksel yayınevleri arasındaki farklar.
Bu yazıda kurum isimlerini vermeyeceğim. Ancak vereceğim kitap bastırma ücretleri, hizmetler ve çalışma tarzı örnekleri Mayıs 2023 itibariyle birçok siteden derlediğim güncel ve gerçek bilgiler. Ayrıca yolu bu yayınevlerinden geçen yazar ve yazar adaylarından birinci ağızdan edindiğim notları da yeri geldikçe ekleyeceğim.
Bir not daha: Bu yazıda, bizde başını Kitapyurdu’nun çektiği ve bazı diğer self publishing yayınevlerinin de hizmetlerine yeni yeni ekledikleri doğrudan yayıncılık veya talebe göre baskı seçeneklerinin detaylarına, karşılaştırma yapacağım bir iki küçük yer haricinde değinmeyeceğim. Çünkü mekanizma olarak biraz farklı işliyor doğrudan yayıncılık. Dileyenler Kitapyurdu örneği üzerinden bu sisteme dair görüşlerimi de anlattığım KDY Doğrudan Yayıncılık Hakkında Her Şey yazısına veya aynı konulu BU VIDEOYA bakabilir.
Kitap Bastırmak · Geleneksel Yayınevleri ve Self Publishing Yayınevleri
Başlamadan önce iki sistemi birbirinden ayırabilmek için tanımların altını bir kez daha çizelim:
Self publishing nedir?
Bu yazıda self publishing yayınevleri olarak bahsedeceğim kurumlar, malum, belli ücretler ve kitabın muhtemel geliri üzerinden pay anlaşması karşılığında belli hizmet paketleri kapsamında kitabınızı basan yayınevleri. Yani kendi kitabını bastırmak isteyenlerin karşısına çıkan seçenekler.
Geleneksel yayınevleri olarak bahsedeceğim kurumlar ise herhangi bir ücret istemeyip kitapları yazarlara vereceği telif hakkı karşılığı basan, dağıtan, tanıtan, satan, belli yayın ilkeleri doğrultusunda kitap dosyası alan yayınevleri. Yani bildiğimiz, standart yayınevleri.
İki sistem arasındaki farkları en iyi şekilde anlatabilmek için, bir dosyanın kitap haline getirilişi ve okura ulaştırılması süreçlerinin temel aşamalarından ilerlemenin doğru olacağını düşünüyorum. Bu sayede kitap bastırmak sürecinin özellikle şu veya bu aşamasıyla ilgili kafa karışıklığı yaşayanlara da cevaplar vermeye çalışacağım.
Yayınevine Kitap Dosyası Göndermek
Kitabınızı yazdınız, taslağınızı son haline getirdiniz. Dosyanız yayınevine gönderilmeye hazır. Geleneksel yayınevlerine kitap göndermek için sunulan çeşitli koşullar var. Alanının en kapsamlı ve sürekli güncellenen içeriği olan Yayınevlerine Kitap Dosyası Gönderme Rehberi başlıklı yazımda da göreceğiniz üzere, cevap süreleri 2 ila 9 ay arasında değişiyor. Üstelik, artık hepimizin malumu olduğu üzere birçok yayınevinden olumsuz dahi olsa cevap almak bir yana, dosyanızın ulaşıp ulaşmadığını bile bilmiyorsunuz.
Böyle bir ortamda self publishing sistemini avantajlı kılan ilk nokta bu gibi geliyor çünkü bu yayınevlerinde herhangi bir sıra beklemek zorunda değilsiniz. Bu çok olağan çünkü self publishing yayınevleri için siz bir yazar olduğunuz kadar hatta belki ondan da ziyade bir müşterisiniz. Ücret karşılığı hizmet alacaksınız.
Öyle ki özellikle son dönemde faaliyete başlayan, birileri bana fikir sormak için söylemese veya ekranıma reklamı düşmese adını muhtemelen asla duymayacağım bazı self publishing yayınevleri, geleneksel yayıncılar gibi davranmaya başladı. Dosyasını gönderen yazar adaylarına, onların en çok duymak isteyecekleri sözlerle, “Dosyanızı çok beğendik, mutlaka basmak isteriz” diyerek lafa giriyor ve sonrasında konu ücretlere gelmeye başlıyor. Bunun nahoş bir esnaf kurnazlığı olduğu konusunda herhalde hemfikirizdir. Müşteri kazanmaya çalışmak tabii ki ticaret yapan herkesin hakkı ama bin bir kaygıyla ve beklentiyle bir şeyler yazmış ve en ufak bir iyi dönüte ihtiyacı olan insanlara, onlardan ücret istemeden önce geleneksel yayınevleri gibi davranıp olumlu yorumlar yaparak heves uyandırmalarını doğru bulmuyorum. Yazarlığın kitap yazmak dışındaki süreçlerinden, özellikle yayıncılık sektöründen pek haberdar olmayan yazar adaylarının kafasını karıştırmaya yetiyor bu. “Kitabımı beğenmişler ama para istemelerinden emin olamadım, ne yapmalıyım?” temalı aldığım mesajların ve maillerin sayısı inanın hiç az değil.
Kitabı Yayına Hazırlamak
Kitap bastırmak için başvurduğunuz dosyanız yayına kabul edildiğinde geleneksel yayınevlerinde yazar ve editör başta olmak üzere bir grup insanın titizlikle çalışması gereken bir süreç başlar. Bu süreç kabaca şu aşamaları içerir:
- Editörlük işlemleri
- Kitap sözleşmesi
- ISBN kodu ve bandrol alma
- Kitap tasarımı ve basım süreci
Editörlük İşlemleri
Editorial kelimesinden editoryal, editöryal, editöryel gibi alternatiflerle dilimize geçse de henüz sözlüklere girmemiş olan bu kelime yerine editörlük demeyi daha çok seviyorum. Ama tamamen fonetik sebeplerle. Yoksa bir edebiyat mezunu olmama rağmen sözlük muhafazakârlığım pek yoktur. Kaldı ki editör de yabancı bir kelime…
Bazı geleneksel yayınevlerinde, -başka birçok işin yanında- dosya başvurularını önden okumakla görevli kişiler olsa da daha yaygın olarak aynı editör, dosyayı ilk ve son okuyan kişi olur. Editör ve yazar dosyayı çalıştıktan sonra son okuma için üçüncü birine iş veren yayınevleri de var. Ama bu sistem her kurumda aynı işlemiyor.
Editör dosyayı okur, notlar çıkarır. Metnin edebi ve teknik yönüne, dile ve kurguya dair notların yanı sıra kitabın satış ve pazarlamasına yönelik de olabilir bunlar.
Bana kalırsa en önemli işlerden birisi de metnin etik yönden incelenmesi: Kişileri, kurumları, sosyal ve kültürel grupları incitecek, yanlış anlaşılmaya açık veya doğrudan yanlış kurulmuş ifadelerin kullanıp kullanılmadığını, zan altında bırakılmadığını, metnin kurmaca ve sanatsal dokusunu zedelemeksizin ve sansür tuzağına düşmeksizin kontrol etmek son derece önemli. Tabii intihal konusu da bir o kadar hassas.
Aynı şekilde, özellikle çocuklara yönelik sakıncalı ifadeler, “çocuk kitabı yazmayanı dövüyorlarmış” denilen bu zamanda sıkça karşımıza çıkıyor. Öte yandan, çelişki gibi gelecek ama aslında self publishing editörlerinin okuma yaparken asıl dikkat ettikleri noktalar da bunlardır. Yani ileride başlarını ağrıtacak ifadelerin veya intihallerin olmaması.
Etik incelemeye geniş yer ayırmam yanıltmasın; self publishing hizmet paketlerinde yazarları/müşterileri ikna etmek için öne çıkarılan “profesyonel editörlük hizmetleri” ne yazık ki o kadar da profesyonel olmayabiliyor. Kitabınızda etik açıdan hiçbir sorun bulunmasa bile dilbilgisi ve kurgu açısından hepsinde değilse de hatırı sayılır bir kısmında dört başı mamur bir işçilik yapıldığını düşünmüyorum. Elbette istisnaları var. Self publishing’lerde de “aslında bu karakteri şöyle mi yazsak, şuradaki aksiyon çok uzun kalmış, bu olayı buraya bağlamak çok tutarlı olmamış” gibi tavsiyeler hiç verilmiyor diyemem ama bu konuya pek ağırlık verilmediği, en azından iyi bir geleneksel yayınevi editörlüğü kadar doyurucu olmadığı bir gerçek.
Burada haklı olarak şunu sorabilirsiniz: “Peki geleneksel yayınevlerinin editörlük işlemleri tamamen mi sorunsuz?” Elbette tümü değil. Editör dalgınlığıyla aslında devam eden bölümün ayrı bir bölüm gibi yıldızlandığı (**) veya taslakta hata olmamasına rağmen aynı paragrafların, sayfa tasarımında birden fazla kez kopyalandığı kitaplarım oldu benim. Hiçbiri de ortalama veya ortalama altı yayınevleri değildi.
Üstelik çok satan usta yazarların kitaplarında da vardır böyle hatalar. Tahmin edersiniz ki yazarın tanınırlığı ve satış rakamları arttıkça kitabına ayrılacak mesai de o kadar artar ve hassaslaşır. Tabii bunu tüm çok satan kitaplar için söylemiyorum; edebi nitelik kaygısı taşıyan çok satan yazar ile medya tanınırlığı sayesinde çok satan yazarın eserleri aynı yetkinlikte çıkmayabilir. Çünkü kötü bir editörlüğün, yetersiz bir dil-kurgu işçiliğinin bu iki tür kitaptaki ve okurundaki karşılığı aynı olmaz. Yazarın yazarkenki edebi kaygısı ile okurdaki edebi zevki buluşturmak üzere yazılmış, kültürel mecralarda yorumlar, eleştiriler alan, geleceğe yönelik bir eser olarak tasarlanmış bir kitap ile gelip geçici popüler konuları pek de nitelik kaygısı duymadan okuyacak bir okur kitlesine sunan bir kitapta aynı editörlük endişeleri duyulmayabilir.
Dolayısıyla iki yayıncılık tarzının işçiliğini teraziye koyarsak da geleneksel yayınevi kadrolarının daha iyi olduğunu söylemezsem haksızlık yapmış olurum. Ayrıca, ekonomik olarak orta ölçekli ve üstü yayınevlerinde iş dağılımının, self publishinglere görece sağlıklı olduğunu da unutmayalım —görece diyorum çünkü Türkiye’de ekonomik, fiziksel ve psikolojik olarak dört başı mamur, adil bir görev dağılımı yapan yayınevi olduğunu düşünmüyorum. Öte yandan ekonomik ve etik sebeplerin, işçilikteki hata payını daha yüksek ve epey riskli bir hale getirmesi şu veya bu kuruma özel bir durum değil.
Kitap Sözleşmesi
İki yayıncılık tarzı arasındaki en temel kafa karışıklıklarından biri tam burada ortaya çıkıyor. Çünkü malum, sözleşmeler taraflara haklarını belirten ve üzerinde anlaşılması beklenen metinler. Kitap bastırmak isteyenlerin sözleşmede karşılaştıkları en kritik noktalar ve iki yayıncılık tarzı arasındaki farklara gelelim.
Kitap sözleşmelerindeki en önemli konuları şöyle sıralayabiliriz:
- Hakların devri
- Sözleşme süresi
- Yazar hakkı
- Telif hakkı
Kitap Haklarının Devri
Bu en çok gözardı edilen ve bilmeyenleri en çok şaşırtan nokta. Sözleşme yaparak kitabınızın haklarını, yani aslında kitabınızı yayınevine devrediyorsunuz. Sözleşmede geçen süre boyunca kitabınızın sadece yayın ve dağıtım değil, bir tiyatro oyununa, diziye, filme, sesli kitaba, sesli tiyatro metnine, e-kitaba hatta bilgisayar oyununa uyarlanma ve yabancı dillere çeviri hakları yayınevinin oluyor. Yayınevi tüm bu uyarlama ve çevirilerden, eğer yapılırsa tabii- size belli oranlarda telif veriyor. Yayınevine sözünü geçirecek veya ricalarınızı kabul ettirecek durumda değilseniz, genelde yayınevinin söylediği oluyor. Yani “Filme uyarlanırsa % 40 değil %55 alırım” veya “Tiyatro metnini de yazdım, kendim satacağım, onu sözleşmeden çıkaralım” türünden itirazları olan yazarlar belki vardır ama hem ben karşılaşmadım hem de bu yazıyla ilgilenen yolun başındaki yazarlar için pek mümkün görünmüyor.
Self publishing sistemde ise bu kural çok genel geçer uygulanmıyor. Bu yazıyı hazırlarken sözleşme örneklerini rica ettiğim dört self publishing yayınevinden yalnızca biri dönüş yaptı ve bu tür hakları almadıklarını, yazarda kaldığını söyledi. Bu bir yandan etik olarak güzel bir tavır ama bir yandan da iki yayıncılık tarzı arasındaki farkla ilgili bize bir ipucu veriyor diye düşünüyorum. Bu ipucunun ne olduğunu yazının sonundaki toparlama kısmında anlatacağım.
Kitap Sözleşmesi Süresi
Sözleşmeler elbette sonsuza dek geçerli değil. Geleneksel yayıncılıkta genellikle 5’er yıllık yapılsa da yayın politikasına göre 3 yıl veya 1 yıl yapan da oluyor, 15 yıl yapan da. Benim Kaosun Kalbi haricindeki kitap sözleşmelerimin tümü 5’er yıllıktı. Kaosun Kalbi‘ni başta seri olarak planladığımız için tüm seriyi 15 yıllığına imzaladık. Tabii birinci yılı bile dolmadan devamını yazmaktan vazgeçtim, ayrı konu. 🙂
Self publishing yayıncılıkta ise bu süre çoğunlukla 1 yıl olmakla beraber farklı süre sunan örneklerde de uzun vadeli tercihlerden uzak duruluyor. Bunun sebebi de önceki başlıkta bahsettiğim ve sonda detaylandıracağım “ipucu”yla aynı, oraya geleceğim. Ama mesela, self publishing olup da “on yıl boyunca satış ve dağıtım garantisi” veren fakat aynı zamanda sözleşmesini birer yıllık yapan kurumlar var, haliyle kafanız karışabilir.
Bunun iki açıklaması var:
- Sözleşmeler birer yıllık da beşer yıllık da olsa bu sürelerin bitmesine belli bir süre kala (ortalama 30 gün) taraflar itiraz etmedikçe birer yıl daha uzayacağına dair bir madde konulur sözleşmeye. Dolayısıyla sözleşme bir yıllık da olsa bu on yıllık garanti vaadi ve diğer hizmetler hoşunuza giderse zaten sözleşmeniz yenilenir.
- İlk madde bir yana, ben zaten bu garantinin bir satış stratejisinden öte bir gerçekliği olduğunu düşünmüyorum. Çünkü diğer maddelerde de değineceğim üzere;
- 2a.Olağanüstü bir gelişme olmadıkça 10 yıl boyunca bir kitabın satışa devam etmesi nadiren gerçekleşen bir olaydır.
- 2b.Kitabınız satıyorsa/okunuyorsa zaten bu garantiye sizden çok yayınevinin ihtiyacı olacaktır ve sizi kaybetmek istemezler.
- 2c.On yıl boyunca satmaya devam eden bir kitap yazdıysanız self publishing’de kalmayı zaten istemez, geleneksel yayınevlerinden birine geçersiniz.
Yazar Hakkı veya Yazar Payı
Kitabı çıkan birine “Bir tane imzalı kesin istiyorum!” diyen güruhun bir türlü öğrenemediği üzere, her yazar, kendi basılmış kitabından ancak birkaç tanesini ücretsiz alabilir. Buna yazar hakkı veya yazar payı denir. İstisnaları gözardı edersek genellikle 20 ila 30 arası bir adette verilir. Ve yazarlar bu adedin üzerinde kendi kitaplarından edinmek isterlerse yayınevlerinden indirimli olarak almaları gerekir. Neden böyle? Bakınız “Hakların devri” alt başlığı: O artık sözleşme süresi boyunca sizin değil, yayınevinin kitabı. Bir gün hatırlatın da size yayınevinden telif ödemesi isterken daha önce alıp da ödemeyi unuttuğum için kendi kitabıma nasıl borçlu çıktığımı anlatayım. 🙂
Yazar hakkı adedi açısından aslında iki yayıncılık tarzı arasında pek bir fark yok. Ama yine de bazılarının daha çok kitap verdiğini görebilirsiniz. Daha çok yazar hakkı veren yayınevleri veya yayın paketleri kuvvetle muhtemel, karşılığında belli ücretler ödediğiniz paketlerdir. Yani basım maliyeti zaten alındığı için birkaç adet fazla vermelerinin olağan dışı bir yanı da yok.
Yazar Telif Hakkı
Geleneksel yayınevleri, belli telif oranları üzerinden anlaşma yaparlar. Yaptıkları tüm masrafları da toplam bir hesaba dahil etmek durumunda oldukları için yazarlara verilen telif çoğunlukla yüzde 10’dur. Yüzde 7 veya yüzde 12 veren de var, hatta çok sattığını kabul ettirmiş yazarlar başka pazarlıklar da yapabilir ama yolun başındaysanız ortalama yüzde 10’u esas alın derim. Bunun haricinde de sizden herhangi bir ücret talep etmezler.
Self publishing yayınevlerince yazar adaylarının kalplerinin en çok kazanıldığı nokta, yüksek telif oranları oluyor. Çeşitli yayın paketleri kapsamında yüzde 10 ve yüzde 20’lerden başlayıp yüzde 50’ye dek uzanan telifler var. Bu telifler, kimi self publishing markaların kendi sitelerinden yaptıkları satışlar ile diğer satış kanallarından yaptıkları satışlara göre değişebiliyor.
Telif hakkı konusundaki avantaj hesabını düşünmek aslında çok basit bir matematik eğrisine dayanıyor: Yayınevine harcadığınız para kadar, alacağınız telif oranı da artıyor. Ama arada çok ince bir nokta var: Yayınevi, sizden talep ettiği ücreti her durumda önden alıyor. Sizin alacağınız telifin yüksekliği ise satışınıza bağlı. Dolayısıyla kitabınızdan bu anlamda emin olmanız, yayınevinizin size vereceği destekten emin olmanız kadar önemli. Aslında tüm bu yazının çekirdeği tam da bu eğride yatıyor.
Mesela, 250 sayfalık bir kitabın 1000 adedi için 19 Mayıs 2023 itibariyle üç farklı selfpublishing yayınevince sunulan, “orta paket” niteliğindeki tekliflere bakalım:
1- 17.000 TL ödeme, % 10 telif
2-33.500 TL ödeme, % 40 telif
3-32.000 TL ödeme, % 40 telif
4. seçenek olarak da hiçbir ücret ödemeden basan geleneksel yayınevi ve % 10 telif olsun.
Ve her ne kadar kitap fiyatları sürekli artsa da daha kolay hesaplayabilmek için ortalama bir fiyat olarak diyelim ki 100 TL’den satışa çıkan kitabınız 1000 adet sattı. Yani bu kitabın getirisi 1.000×100= 100.000 TL oldu. Bu durumda:
1- 17.000 TL harcadınız – %10 oranla 10.000 TL telif aldınız = cebinizden çıkan 7.000 TL toplam gider; gelir yok
2- 33.500 TL harcadınız – %40 oranla 40.000 TL telif aldınız = cebinize kalan 6.500 TL toplam gelir
3- 32.000 TL harcadınız – %40 oranla 40.000 TL telif aldınız = cebinize kalan 8.000 TL toplam gelir
4- 0 TL harcadınız, 10.000 TL toplam telif geliri aldınız.
Bu hesaplamaları detaylandırmam kafanızı karıştırmasın; yazarlık yolunun başında, ortasında hatta çoğu zaman sonunda kitaplardan büyük paralar kazanmak son derece zor bir ihtimal. Size “Kitap bastırmak için tüm süreçleri telife odaklı yapın” da demiyorum, “Zaten kazanamayacaksanız, harcadığınız parayı önemsemeyin” de demiyorum. Bir yazar/müşteri olarak yapacağınız anlaşmalardaki alma-verme mantıklarını göstermeye çalışıyorum.
Üç basit örnek üzerinden %40-50 gibi yüksek teliflerdeki gelir-gider dengesini en az 1000 adetlik ortalama 100 TL tutarındaki bir kitap üzerinden gördük. 2. ve 3. örnekteki cebinize kalacak küçük tutarların bile ancak 1000 adetlik satışlardan sonra kalacağını göz önüne alın.
ISBN ve Bandrol Konusu
ISBN, kitaplara verilen ve uluslararası geçerliliği olan bir kod, yasal kitapların kimlik numarası niteliğinde. Bandrol de malum, Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğünden başvurusu yapılıp YAYFED’den alınan, kitabın yasal olduğuna dair bir etiket. Her ikisi de yasal kitap bastırmak için gereken şeyler. Bu konu üzerinde uzun durmayacağım. Her iki yayıncılık tarzında da ISBN ve bandrol alma konusunda yazara bir iş düşmüyor. Kurumlar bunu yapıyor ki olması gereken de bu. Çünkü kitap sözleşmesi ile hakları siz onlara devrettiniz yani kitaplar artık yayınevlerinin. Onlar da Yayıncılık Sertifikası sahibi ve faaliyet alanında yayıncılık yazan firmalar olarak bunu yapmak zorundalar.
Ama özellikle bandrol konusunda, bırakın merdiven altı az bilinen yayın firmalarını, yüzlerce kitaplık portföyü olan, onlarca çok satan yazara sahip büyük yayınevleri bile sahtecilikler yapabiliyor. Yakın geçmişte gördük, okuduk bunları. Bir yazarın kitabına, daha çok satış göstermesi için bir başka yazarın bandrolünün yapıştırılması veya anlaşılan adetten farklı bandrol alınması gibi bir dizi yöntem var. Açıkçası bunun takibini yüzde yüz sorunsuz bir biçimde yapmanız çok zor. Elbette kitabın anlaşma kapsamındaki adetle basıldığını size çeşitli bölgelerle gösterilmesini, Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün resmi Bandrol Sorgulama Uygulaması üzerinden sorgu yapmayı tercih edebilirsiniz.
Kitap Tasarımı
Editör, redaktör, son okumacı ve muhtelif ekip üyeleri yazarla koordineli olarak kitabın taslağına son halini verdiler. Artık baskı kopyası hazırlanacak: Tasarımcı kapağı tasarlayacak, dizgici kitabı baskı formatı haline getirecek, künyesini yazacak, editör-yazar ve belki PR ekibinin yazdığı arka kapak yazısıyla birlikte dijital baskı kopyası hazırlanacak.
Burada iki yayıncılık tarzı arasında muazzam bir fark yok diyeceğim ama elbette tarafların eserden beklentileri ve estetik zevkleri gibi birçok unsur giriyor işin içine. Self publishing ile belli başlı geleneksel yayınevlerinin kapaklarını yan yana koyunca arada fark yok demek gerçekçi değilse de burada homojen bir durum yok. Self publishing markalardan çıkan iyi kapaklar olduğu gibi geleneksel yayıncılardan çıkan kötü kapaklar da var.
Kapak ve dizgi işçiliği kadar önemli bir nokta da kâğıt kalitesi tabii. Uzun uzun anlatmaya gerek görmediğim, farklı kalıp ölçülerinde, farklı türde ve hamur kalitesinde kâğıtlar ve kapaklar olduğunu ve yazar olarak ne yazık ki bunlar arasında tercih yapmanızın pek mümkün olmadığını bilmenizi isterim. Çünkü yayınevlerinin matbaalarla çalışma sistemleri içerisinde zaten belli malzeme seçenekleri vardır ve kitabınızın türüne göre bunlardan biri seçilir. Ama bazı self publishing yayınevlerinde farklı ücretlerle sunulan hizmet paketlerindeki kâğıt kaliteleri arasında da tercih yapabiliyorsunuz, sayıları pek fazla olmasa da. Benzer şekilde, mesela KDY de müşterilerine iç kâğıtta 60 gr. Enso, 70 gr. 1. hamur, 80 gr. 1. hamur gibi üç seçenek sunuyor.
Kitap Bastırmak Tamam, Peki Sonra?
Sürecin en kilit noktalarından, belki de en önemlisine geldik. Dosyanız artık işlendi, kitap haline getirildi. Şimdi sırada okura ulaştırma aşamaları var. Bu aşamada yayınevi bir yandan kitabınızı satış noktalarına bir yandan da okura duyurmaya çalışacak. Yani perdenin arkasında ve önünde iki bacaklı bir süreç yürüyecek.
Bilmenizi en önemsediğim yerden başlayayım: Kitabın kitapçı raflarında yer alması, yani gizemli bir kahraman gibi dillerde dolaşan “raf gücü” konusu… Raf gücü nedir? Yayınevinin kitabınızı en çok, en çeşitli ve en yaygın biçimde kitapçı raflarında gösterebilme kabiliyeti.
Türkiye’de kitap mağazaları ve özellikle dağıtım konusunda ciddi bir tekelin olduğunu bilmiyorsanız da burada benden öğrenmiş olun. Mağazalardaki tekel her ne kadar alternatif kitabevlerinin ve yayıncılık için birçok dezavantajı olsa da okur açısından iyi bir gelişme olarak online kitapçıların çoğalmasıyla çok yavaş ve zorlanarak da olsa kırılıyor. Yine de birbiri ardına açılan kitabevlerinin çoğunlukla büyük şehirlerde veya şehir merkezlerinde olduğunu görüyoruz. Raf gücü dediğimiz şey ağırlıkla bu zincir mağazalardan beslense de Anadolu’nun şu veya bu ilçesindeki bir rafta görünmek de önemli. Ama aynı kırılmanın dağıtım ayağında olmadığını da bilelim.
Bir yayınevinin raf gücü onun ekonomik gücüyle büyük oranda doğru orantılı. Yine de sermayesi güçlü her yayınevinin raflarda aynı güçle yer bulamadığını da söylemek gerek. Burada, yine çokça bahsettiğim, güzide memleketimizin siyasi, kültürel ve ekonomik dinamikleri devreye giriyor. Şöyle düşünün: Türkiye’deki en yaygın zincir kitap mağazası ve en güçlü dağıtım şirketi, aynı ekonomik sermayeye bağlı. Ve o sermaye aynı zamanda bir yayınevinin de sahibi. Yani bastıkları bir kitap, başka hiçbir şirkete ödemede veya ricada bulunmadan ülkenin öteki ucundaki mağazasının yeni çıkan kitaplar veya çok satan kitaplar rafına gidebiliyor. Şimdi düşünün: O sermayenin bastığı kitaplara nitelik veya içerik olarak alternatif teşkil edecek veya o sermayenin siyasi/dünya görüşüne ters düşecek bir kitabı basan bir başka yayınevi, ekonomisi ne kadar güçlü olursa olsun kendi kitabını malum zincir mağazanın çok satan rafına yerleştirebilir mi? Diyelim yerleştirdi, imkânsız demiyorum, peki ne kadar süreyle ve yaygınlıkla yerleştirebilir?
Belli başlı, tanınmış, popüler, belli ekonomik gücü olan yayınevlerinin kitapları bu kitapçılarda genel olarak bulunabiliyorsa da aynı yayınevinin veya aynı kitabın bir mağazanın her şubesine gittiğini söylemek güç. Öte yandan gittikçe sertleşen koşullarda yeni çıkan bir kitabın bir kitap mağazasında uzun süre okuru beklemesi de zorlaşıyor. Çünkü sürekli bir sirkülasyon var, üstelik kitapçı da rafında sürekli satabileceği, çok satan veya uzun satan kitaplara öncelik vermek istiyor. Bu yüzden de büyük şehir merkezlerindeki veya küçük şehirlerdeki istisnai birkaç büyük kitabevi haricinde kitabın rafta kalma ömrü azalıyor.
Devam edelim: Yayınevleri, bastığı kitaplar için okura ve kitapçılara yönelik bültenler hazırlar. Bana göre, dağıtımcıya/kitapçıya yönelik hazırlanan market bülteni ile kültür-sanat mecralarına, okura yönelik hazırlanan tanıtım bültenleri ayrı formatlarda olmalı. Ayrı yapan da var ama genelde tek formatta çıkıyor. Hatta bizdeki birçok yayıncı kitap bülteni hazırlama konusunda sınıfta kalıyor. Belki bir gün bununla ilgili de bir inceleme yazarım.
Kitapçı/dağıtımcı, zaten satmakta olduğu yayınevlerinden, kitaba/yazara göre değişen adetlerde kitabı sipariş geçiyor. Burada tabii ki çok satan, çok tanınmış, medyada/sosyal medyada bilinen yazarlara öncelik veriliyor. Ama kültür sanat ortamında bilinen, kitapları mağazalarda az çok bulunabilen bir yayınevinden bile çıksa, konusuyla, içeriğiyle, görselliğiyle dikkat çeken bir kitap da bu bültenler sayesinde sipariş bulabiliyor. Çok satan bir yazar olmamama rağmen 90’ların altkültür yayıncılığına dair hazırladığım arşiv kitabı Yeraltı Kütüphanesi bu sayede bülteninin çıktığı gün ikinci baskıya gitmişti. Çünkü tek bir zincir yayınevi ilk baskının yarısını sipariş etmişti, baskının kalanı da diğer mecralarca sipariş edildi ve bu da yayınevine “Demek ki hızla bitecek” mesajını verdi. Burada içeriğin ve tasarımın ilgi çekici olduğunda, yazarından bağımsız olarak siparişi etkilediğinin altını çizmek isterim.
Sipariş konusunun üzerinde bu kadar durmamın sebebine gelince… Self publishing yayınevlerinin en çok öne çıkardıkları hizmet kalemi “Kitabınızı online satışa açıyoruz ve fiziksel mağazalarda da yer almasını sağlıyoruz” olarak karşımıza çıkıyor. Oysa bu ifadenin daha doğru hali şu: “Bültenlerimizi kitap mağazalarına ulaştırma ihtimalimiz var.” Yani bazı self publishing firmaları sektörde daha eski ve tecrübeli oldukları için yeni çıkan kitaplarından dağıtımcıları ve kitapçıları daha iyi haberdar edebiliyorlar. Ama bu demek değil ki bastıkları tüm kitapları raflara sokabiliyorlar. Buradaki en önemli iş, kitap satıcısının veya dağıtımcısının kitabınızı sipariş etmesi. Çok tanınan birisi değilseniz veya kitabınız gerçekten çok ilgi çekecek bir içeriğe, görüntüye sahip değilse raflarda yer almanız ne yazık ki pek mümkün değil. Dediğim gibi, daha eski ve tecrübeli self publishing yayınevlerinden çıkan kitabınız, ilgi çekiciliğinin de sayesinde belki birkaç şubeye girmeyi başarır ama bu şubelerin hangi rafında ve ne kadar süreyle kalacağı konusunda ümit vermek istemem.
İnternetten kitap satışına gelince… Ne geleneksel yayınevlerinin ne de self publishing’lerin bununla gözünüzü boyamalarına izin vermeyin derim. Bir şeyi internetten satılır hale getirmek artık hiç zor değil. Öte yandan, “Artık kimse mağazalardan kitap almıyor, tüm mevzu internette dönüyor” gibi bir yanılgıya da düşmeyin. Evet, internet daha kolay yayılabilir, daha ekonomik bir mecra olsa da henüz fiziksel mağazaların gücünü elinden alabilmiş değil. Rafta görünmek hâlâ çok önemli.
Burada önemli olan iki şey var: Okur sizi ne kadar tanıyor? Yayınevi sizi ne kadar tanıtıyor?
Türkiye’de hiçbir yayınevinin, adı bilinmeyen şu veya bu yazarı bir anda tanınır hale getirecek bir gücü yok. Çünkü Türkiye’de böyle bir kültür ortamı, böyle bir okur kitlesi yok. Zaten küçücük olan bir pastadan bu kadar çok insan değil dilim almak, lokma bile alabilince şükretmeli. Elbette bir yayınevinin, yeni çıkan bir kitabın tanıtımlarını, yazarla röportajları veya inceleme yazılarını medyada ve sosyal medyada yayımlatabilmesi, sosyal medyada bütçeli çalışmalar yapabilmesi önemli bir iş. Elbette çok güvenilir, çok sevilen, yazarı fark etmeksizin bastığı her kitaba okur tarafından şans verilen, başka yayınevlerine göre raflarda, kitap satış sitelerinde, sosyal medyada daha çok görülen belli başlı yayınevleri var ve o güne dek tek bir yazısı yayımlanmamış bir yazar bile olsanız bu yayınevlerinin logosu altında en az birkaç baskıyı görme şansınız var. Ama bu kesinlikle demek değil ki sırf o logoyla çıktı diye her kitap çok satacak. Bir noktada devreye hem kitabın niteliği hem de sizin tanınırlığınız giriyor.
Eserin niteliğiyle ilişkili olması gereken bir konuda tanınırlıktan bu kadar sık bahsetmek emin olun bana da itici geliyor. Ancak ülkenin sosyokültürel ortamı ve sosyal medya, dinamikleri öylesine değiştirdi ki kitabınız basılmadan önce ve hatta basıldıktan sonra, hangi yayınevi size ne kadar yatırım yaparsa yapsın bir noktada her şey sizin kendinizi tanıtma, gösterme, anlatma çabanıza geliyor. Hatta öyle ki, diyelim yüz binlerce takipçisi olan bir sosyal medya hesabınız veya Youtube kanalınız var; bu yüz binlerce kişinin yüzde olarak çok az bir kısmının okura/satışa dönüşeceğinden de emin olabilirsiniz. Tabii ki insanların siyasi görüşlerine veya inanç hassasiyetlerine yönelik can alıcı işler ortaya koyarsanız durum değişebilir ama onlar bu yazının konusu değil.
Dağıtım ve tanıtım konusunda geleneksel yayıncılıktaki en güçlü yayınevleri bile tökezlerken, onlarda olmayan bir süper gücün merkez kültürel mecraların dışında veya kenarında kalan self publishing yayınevlerinde olabileceğini kesinlikle düşünmüyorum. Bunun bir istisnasını da görmüş değilim.
Şimdi ilk soruyu tekrar soralım ve toparlayalım:
Kitap Bastırmak İçin Self Publishing mi Geleneksel Yayınevlerinden Cevap Beklemek mi?
En çok duyduğum cümlelerden biri şu: “Ben yazdığım kitaba, kalemime güveniyorum.”
Tamam, çok güzel. Ama bu güvenin karşı tarafta sizdeki kadar bir güçlü bir yansıması olmayabilir, üstelik bu cümleyi kuran yüzlerce yazar adayı varken. Bunun ne kadar objektif bir güven olup olmadığını tartışmıyorum. Daha önce çeşitli mecralardaki yazılarınızla, yorumlarınızla vs. tanınan birisi değilseniz veya açık konuşalım, gerçekten ümit vadeden üslubunuz veya eseriniz olması şartıyla geleneksel yayınevlerinde tanıdığınız karar vericiler yoksa kitabınızın buralardan çıkması çok zor.
Bununla birlikte, binlerce lira ödeme yaptınız diye self publishing yayınevlerinin de sizi geniş kitlelere tanıtma ve kitabınızı sattırma gibi bir süper gücü olmadığını da bilmeniz gerekiyor.
Eğer aklınızda ciddi bir “yazarlık kariyeri” varsa, kaleminizden eminseniz ve/veya emin olmak için sürekli kendinizi geliştiriyorsanız, ite kaka yazdığınız bir veya iki dosyayı tek yaratıcı sermayeniz olarak görüp bunlar üzerinde tepinmek yerine her gün yazı başına geçiyor, yerli ve yabancı edebiyatın klasiklerine ve yeni eğilimlere, isimlere hâkim olmaya çalışıyor, sürekli üretiyor ve ürettiklerinizi şu veya bu mecralarda yavaş yavaş da olsa okurlara ulaştırıyorsanız, zihnen ve fiziken edebiyat dünyasının içindeyseniz, evet, yayınevlerinin cevabını beklemenizde fayda var. Hatta tersinden söyleyeyim: Bu ve benzeri şartları yerine getirecek şekilde yaşıyor ve çalışıyorsanız zaten dikkat çekmeye başlamışsınızdır veya başlamak üzeresinizdir.
Ama her şeye -her şeye- rağmen geleneksel yayınevlerinden hatırı sayılır bir zamandır dönüş alamadıysanız, tek bir hareket bile yoksa o zaman self publishing seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Yine de bu noktada “sipariş” potansiyelinize dikkat edin. Yani tür fark etmeksizin yazdığınız kitabın birilerinin dikkatini gerçekten çekeceğini düşünüyorsanız, yayınevinin sınırlı tanıtım gücünün yanına kendi tanıtım stratejilerinizi, sözgelimi sosyal medya reklamlarınızı veya sizinle röportaj yapıp yayınlayacak tanıdıklarınızı vs. koyabiliyorsanız, mütevazı da olsa yayın dünyasına bir giriş yapabileceğinizi düşünüyorsanız ve bütçeniz de varsa, çok açılmadan deneyebilirsiniz.
Öte yandan ne yayın dünyasıyla ilginiz ne daha önce yazıp yayınladığınız hiçbir şey yoksa ve çok daha sessiz bir başlangıcı deniyorsanız veya tüm bu beklentiler bir yana, bir hatıra, bir prestij ürünü amaçlı yayınlamayı düşündüğünüz bir metin varsa elinizde, o zaman talebe göre baskı seçeneğine öncelik verin. Self publishinglerden çıkıp da +1000 rakamlarını gören kitapların büyük çoğunluğu kurumsal dünyayla ilgili mentorluk bilgileri veya hatıratlar içeren, yani nezaketen alıcısı zaten hazır olan kitaplar. Roman, öykü, şiir gibi türler bu yüksek satış rakamları arasında az yer kaplıyor.
Tekrara düşmek pahasına pekiştireyim: Bu durum çok normal çünkü self publishing yayınevlerinin zaten edebiyat tarihine yeni yazarlar kazandırmak gibi bir misyonları yok. Belki kendilerine bu gibi misyonlar biçerek, gerçekten iyi niyetle yola çıkmış örnekleri vardır ancak Türkiye’nin yayıncılık ortamında, işlerin işleyiş biçimi bu misyonu otomatik olarak devre dışı bırakıyor pratikte. Bu yayınevlerinde sözleşmelerin uzun süre yapılmaması, kitabın uyarlama/çeviri haklarıyla çok ilgilenilmemesi gibi durumlar tam bu yüzden zaten. Aynı durum, gelir-gider hesabında da geçerli: Baştan ödemeyi kabul ettiğiniz tutarlar üzerinden kâra geçebilmeniz için binlerce adet satabilmeniz gerekiyor. Üstelik binlerce satsanız bile kitap başına alacağınız azami % 50 telifin yarısı hâlâ yayınevinin kasasında kalmaya devam ediyor.
Daha önce de belirttiğim şu noktayı lütfen göz ardı etmeyin: Beğenmesek de, eleştirsek de, bir sürü arızası hatta berbat yanları olsa da, kendi içinde ayrılmış ufacık mikro klancıkları, ahbapçılıkları bir yana, toplamda da öyle müthiş bir kültürel geleneği, varlığı olmasa da bir yayıncılık ve edebiyat dünyamız var. Burada uzun uzun şikâyetlerimden ve eleştirilerimden bahsederek konuyu dağıtmak yerine genel olarak duyduğum rahatsızlıklar olduğunu belirtmekle yetineceğim bu dünyanın içine, self publishing yayınevlerinden çıkıp girmiş ve varlığını nitelikli biçimde devam ettirmiş eser veya yazar -en azından ben- bilmiyorum. Bildiğiniz istisnalar varsa lütfen yoruma yazın, ben çok genel bir durumdan bahsediyorum.
Bu yüzden de, her ne kadar çok sevilmeyen bir ifade olsa da aklınızdaki bir “yazarlık kariyeri” ise geleneksel yayıncılık içerisinde yola çıkmakta ısrarcı olmanızı tavsiye ederim. Bu yolculuğu ve ısrarı da “kitabım basılsın da sonrası kolay” gibi kesinlikle düşünmeyin. Dört paragraf önce bahsettiğim türden çabalar olmadıkça işiniz, işimiz hep zor olacak. Bu konuyla ilgili olarak daha önce hazırladığımız şu içerikleri de mutlaka okumanızı/izlemenizi öneriyorum:
DOSYA: Yazarla Birlikte Yol Almak: Türkiye’de Yazar-Yayıncı/Okur İlişkisi
VIDEO | “Başarı Mitolojisi” veya “Genç Yazara Tavsiyeler” & Yayıncılık Manifestoları Kitabı
SES | SÖYLEŞİ: Yazar Adayının Yol Haritası #1 · Koray Sarıdoğan, Çiğdem Aldatmaz, Şeniz Baş
**
Son Bir Not: Talebe Göre Baskı veya Doğrudan Yayıncılık Alternatifi
Burada bir alternatif olarak “doğrudan yayıncılık” veya “talebe göre baskı”dan bahsetmezsem olmaz.
Talebe göre baskı bizde pek yaygın olmayan, dünyada Amazon’la bizde ise KDY’yle başlayan ve Kitapyurdu haricinde bazı self publishing firmalarının ürün portföyünde yerini almaya başlayan bir seçenek. Standart seçeneklerde olduğu gibi kitabınız belli adetlerle basılıp depolarda beklemiyor bu seçenekte. Bunun yerine dijital ortamda basıma hazır hale getiriliyor ve belirlenen sıklıklar içerisinde ne kadar sipariş gelirse o adetle basılıyor. Bu sayede ilk aşamada daha az bir bütçeyi gerektiriyor.
Self publishing firmalarının ücretsiz kitap bastırmak ile ilgili vaatleri genelde talebe göre baskı paketlerinde oluyor. Tabii buradaki ücretsiz ibaresi daha ziyade kitabın basım maliyetiyle ilgili. Ücretsiz seçeneklerin hemen hepsinde, kitabın basıma hazır hale gelmesi sürecindeki editörlük hizmetleri için yine cüzi fiyatlar ödemeniz isteniyor.
Talebe göre baskıdan bahsetmemin sebebi kısaca şu: Yolun başındaysanız ve satış adediyle ilgili garanti bir rakam yoksa aklınızda, binlerce lira verip satılmasını beklemek yerine daha risksiz ve ekonomik olan talebe göre baskı seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Sipariş meselesinde bahsettiğim gibi, kitap mağazalarının self publishing yayınevlerinin yeni kitaplarından sipariş çekmeleri aşamasında farklı bir süreç işlemiyor.
**
Yazıda olabildiğince detaya inmeye çalışsam da aklımda bir bu kadar daha detay kaldı. Ama konuyla ne kadar doğrudan alakalı olduklarını bilmediğim veya yazıyı daha da uzatmak istemediğim bilemediğim için burada bıraktım.
Bu konuyla ilgili deneyimlerinizi ve aklınıza takılan her şeyi yorum kısmında paylaşmaktan çekinmeyin. Tüm sorulara tek tek dönmeye çalışıyorum.
Hem Atölye sitesindeki hem de ana site KalemKahveKlavye‘deki yeni içeriklerden haberdar olmak için e-posta bültenine abone olmayı unutmayın.
Bol şans…
[…] BASTIRMAK · Self Publishing ile İlgili Merak Edilenler yazımı BURADAN […]
[…] olanlar içi yeni yazı: KİTAP BASTIRMAK · Self Publishing ile İlgili Merak Edilenler yazımı BURADAN […]