Sheffield Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde Okutman olarak görev alan Sara Whiteley‘nin The Conversation‘da ve AerogrammeStudio‘da yayımlanan makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir.
Kazuo Ishiguro Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı; çok uzun zamandır okuyucusu ve hayranı olarak kendisine sunulan tebriklere katılma mecburiyeti hissediyorum. İsveç Akademisi, ödülün gerekçesni “Romanlarındaki büyük duygusal güç, dünyayla olan hayali anlamımızın altındaki uçurumları açığa çıkardı,” ifadeleriyle açıkladı. Fakat Nobel’in web sitesinde yayınlanan bir röportajda Ishiguro, kelimelere ve bağlantılarıyla ilişkisine nispeten daha kısıtlı bir açıklamada bulundu:
“Daima ilgilendiğim şeylerden birisi, küçük dünyalar ve büyük dünyalar arasında aynı anda nasıl yaşadığımız olmuştur: Tamamlanmayı ve aşkı bulmak zorunda olduğumuz kişisel bir alanımız var, ama içinde politika ve hatta distopik evrenlerin bile olabildiği daha büyük bir dünyayla kaçınılmaz olarak kesişiyor. Yani daima bu konunun ilgimi çektiğini düşünürüm. Aynı anda küçük dünyalar ve büyük dünyalarda yaşıyor ve…birini ya da diğerini unutamıyoruz.”
Nobel komitesinin işaret ettiği “duygusal güç”, Ishiguro’nun romanlarındaki hayali dünyaların, okuyucuları etkileme biçimlerinin altını çiziyor. Son on yılda, Ishiguro’nun yazarlığıyla uyandırılan duyguların çeşitlerini, romanların dilinin ve okuyucuların zihinsel yeteneklerinin de bu etkilere nasıl katkıda bulunduğunu araştırıyorum.
Dünyalar İnşa Etmek
Örneğin, okuyucuların romanla ilgili tartışmalarını dinleyerek ve metnin anlatı tarzını inceleyerek, Günden Kalanlar’daki bastırılmış ve beceriksiz karakterlerin okurlarda nasıl bir empatiyle karşılık bulduğunu inceledim. Okurlar birbirleriyle roman hakkında konuştuklarında, karakterlerin duygusal durumlarına eğildiklerini gördüm, şunun gibi: “Miss Kenton’ın Stevens’a evlen benimle demek istediğini hissettim,” veya “Stevens’ın tüm umursadığı, makul olmak ve herkesin önünde ağırmaşlı davranmak.”
Akıl Oyunları
Son çalışmalarımın bir kısmı Avunamayanlar’ın tuhaf etkileri üzerineydi. İnternetteki tartışma ortamlarında yorum yapan bazı okurlar, bu romanı okurken kesinlikle garip ve yabancılaşmış hissettiklerini söylerler, romandaki absürd ve muammalı dünyalar kitabı kapattıktan sonra bile çınlamaya devam ediyor.
Kitabın sonlarına doğru bir sahnede, baş karakter olan Ryder, henüz kaybettiği eşi Sophie’nin ve çocuğu Boris’in peşinde, şehrin sokakları boyunca umutsuzca koşar. Sophie ve Boris, Ryder’ın dikkatine odaklanmak, cümlelerinin öznesi olarak görünmek ve yaptıklarının amacı için birer temsil olarak sunulmuştur:
“Sophie ve Boris şaşırtıcı bir mesafe kat etmişlerdi ve olabildiğince hızlı yürümeme rağmen birkaç dakika sonra aramızdaki mesafeyi azaltamadım.”
Ryder, onları bir tramvayla takip eder ancak Sophie ve Boris açıklanamaz bir şekilde onun görüşünde solup gider ve kovalamaca böylece biter.
Avunamayanlar’ın dünyaları, insan algı ve davranışının “normlarından” büyük ölçüde sapıyor ve okurken benzersiz bir gerilim yaratmak için okuyucuların dikkatiyle etkileşime giriyor.
Ishiguro’nun karmaşık tarzıyla ilgili araştırmam şu anda yazmakta olduğum “The Language of Kazuo İshiguro” adlı kitapla devam ediyor. Onun çalışmalarına olan ilgim, uzun süredir, İsiguro’nun anlatılarının okuyucuları üzerindeki etkisiyle ortaya çıktı. Nobel tarafından tanınması ve ödüllendirilmesini görmek harika.
Kazuo Ishiguro Fotoğrafı: David Harrison