Yazarlık ve yazmak, bir filmin doğrudan konusu olduğunda izleyenin merak edeceği ve filmi çekenlerin de ilk değineceği konu, yazarın yazma süreci olur herhalde. Yazar nasıl yazar? En sıradanından en tutkulusuna, tüm yazarların bir ritüeli var mıdır? Yazmadan önce, yazarken ve sonrasında nasıl ruh hallerine girerler? Yazamama sendromu ne menem bir şeydir mesela? Ya da yazarlar, yazmadıkları zamanlarda ne kadar farklıdırlar? Daha derine inersek, bir insan neden yazmak ister? Kendiyle, dünyayla ve kelimelerle derdi nedir? Vesaire…
Bu bir, “yazarların hayatlarını anlatan filmler, yazar biyografileri, kitap uyarlamaları” seçkisi değil. Öyle olsa zaten birkaç filmle sınırlamak da çok zor olurdu. Seçki, beklendiği üzere kendi film zevkimi ve edebiyat anlayışımı yansıtmaktan kaçınamayarak hazırladığım, yazma eylemini ve çeşitli yazarlık hallerini merkeze alan filmlerden oluşuyor.
Daha açık ifade etmek gerekirse, örneğin, Stephen King’in romanından uyarlanan 1990 yapımı “Misery” filminde bir yazar ve eseri vardır kahramanlar arasında fakat filmin temel izleği “yazmak” değildir. Oysa aşağıdaki filmlerin hemen hepsinde yazarlık, yazma eylemi, yazamama sendromu, yazmanın varoluş ile ilişkisi gibi pek çok açılardan filmin merkezine alındığını göreceksiniz. Veya en azından benim öyle sandığımı…
Ayrıca bu bir “en iyi filmler” seçkisi olmayıp konuyu farklı açılardan ele alan filmlerden ve en önemlisi farklı film kategorilerinden derlendiğini söylemekte de fayda var. Bu açıdan bakıldığında, temel izleğin pek de “yazmak” olmadığı aşağıdaki bazı filmlerin, konu açısından türünün öne çıkanlarından olmaları da bu açığı kurtarabilir. Aynı zamanda, filmlerin sıralanması da bir derecelendirme esas alınarak yapılmadı.
Barton Fink
Coen Brothers filmleri arasında yer alan ve adını, kahramanının adından alan film, yeni ve önemli bir anlaşmaya imza atmış yazarımız Barton Fink ‘in, emaneten yerleştiği otelde yazmaya çalışırken başına gelenleri anlatıyor. Bu listede yer alma sebebi olarak filmin teknik başarısı kadar diğer filmlere göre daha “sembolik” ya da -hadi terimsel konuşalım da entel görünelim- “alegorik” olması.
Barton Fink ‘te pek çok cümle ve bazı olaylar, mitolojik ve mistik olarak sembolize edilmiş. Bu, bazılarına göre “otelin aslında bir cehennem olduğu” gibi açılardan değerlendirilirken, bazıları için de entelektüeller ile standart insanların çatışmasını anlatan bir film olarak görülüyor. Tabii, edebiyatın bir sektör haline gelişi ile ilgili sahneler de dikkatten kaçmamalı.
Biz bu seçkinin kodları açısından bakarsak Barton Fink ‘in bir yazma ortamı olarak “karanlık” atmosferine, yazarın yazma sürecindeki ruh haline dikkat edebiliriz. Kişisel bir ek olarak şunu da ekleyim: Barton Fink, bu listedeki diğer filmlere göre, daha çok “yazamamanın filmi” diye nitelendirilebilir. Yine de Barton Fink, bir seçki maddesi olarak ele alınmaktan ziyade uzun uzun incelemelere ihtiyaç bırakan bir film. Farklı analiz teknikleriyle bakıldığında hep daha farklı sonuçlar verebilecek olan filme karşılık Coen Kardeşler’in, insanların her sahnede bir şifre aranmasını komik bulduklarıyla ilgili beyanları olduğunu da analım.
Ayrıca Faulkner ve Kafka göndermeleri de bolca yer alıyor filmde.
Detaylı bir inceleme ŞURADA da mevcut.
The Words (Çalıntı Hayat)
Keşke doğrudan “Kelimeler” diye çevrilseydi, dediğim filmdir. Doğrudur, film standart izleyici için “çalıntı bir hayat” üzerinden gidiyor ancak edebiyatla ilgili izleyici için kelimelerin, yazabilmenin insan hayatında neleri değiştirebildiği ve daha önemlisi neleri değiştiremediği üzerine yapılmış en güzel filmlerdendir. O yüzden filmi incelediğim eski bir yazıda, Oğuz Atay’ın “Kelimeler albayım… Bazı anlamlara gelmiyor” ifadelerini kullanmıştım.
Bu seçki içerisinde, diğer filmlere nispetle en çok “aşk” kokan film olduğu için, bu kategorinin bir örneği olarak yer alıyor. “Yazar olmak” için kendi sınırlarını çok da aşmadan bedeller vermeye, yazarlığı bir tür kariyer planı olarak yapmaya çalışan “yazamayan yazar adayı”mızın bir gün bir antikacıdan alınan eski deri çantada, çokça zaman önce yazılmış kitap müsveddelerini bulmasıyla başlayan hikaye, müsveddelerin üzerine yatıp yatmama ikileminden ikinci şıkkın seçilmesi ve bir anda ödüllü bir yazar haline gelmesiyle devam ediyor. Lakin asıl mevzu, müsveddelerin gerçek sahibinin ortaya çıkmasıyla başlıyor.
The Words, bence ayrı ayrı “yazarlık ahlakı” ve “yayıncılık ahlakı” üzerine de güzel mesajlara sahip. Sözgelimi, romanın asıl sahibinin beklentisiz ve sessiz kalmasına karşılık romanı çalanın şaşaalı bir hayat sürmesi ya da kitabın çalıntı olduğunu öğrenen yayıncının “Bunu ilk yapan yazar sen misin sanıyorsun?” ifadeleri…
Vaktiyle yazılmış ŞU İNCELEMEYİ de ekleyelim ve devam edelim.
Ghost Writer (Hayalet Yazar)
Seçkimizin “gizem” kategorisindeki filmi. Kime “Abi gost raytırı izledin mi?” desem, “Ha abi Hayalet Sürücü, güzel filmdi ya” cevabını aldım. Halbuki burada hayalet olan yazar ve bizde pek bilinmese de özellikle Avrupa ve Amerika’da epey özel bir meslek. Bir kitap yazmak isteyen, (çoğunlukla biyografi) ama yazar olmayan insanların, kitaplarını yazma işini emanet ettikleri insanlar oluyor “hayalet yazarlar”.
Film, Roman Polanski yönetmenliğinde Robert Harris’in “The Ghost” romanı temelinde çekilmiş. Eski İngiltere başbakanının Amerika’da bir adadaki yazlığına, kendisinin “hayalet yazar”ı olmak için giden yazarımız, daha önce bir başka yazar tarafından hazırlanan taslakla karşılaşır. Başbakanın karısı tarafından beğenilmeyen taslağın yazarı ise evin yakınlarındaki sahilde, söylentiye göre aşırı alkolden ötürü boğulmuş olarak bulunur. Eşzamanlı olarak, uluslarası mahkeme tarafından işkence ve adam kaçırma ile suçlanan eski Başbakan’ın ne olacağı da işin içine girince düğümler de ardı ardına örülür.
Diğer filmlere göre daha az “yazarlıkla” ilgisi olsa da film, hem bir romandan uyarlanmış ve romanın yazarının da Polanski’yle birlikte filmin mutfağında yer almış olması, hem de şüphe, paranoya, komplo teorileri içindeki bir yazarın, yazar kimliği ile bireysel kimliği arasında kalışını anlatması nedeniyle izlenmeye değer. Polanski’nin ince işçiliğini ve filmin havasına uygun şekilde yağmurlu, kasvetli ortamlarda geçmesini saymıyorum bile.
Yazının Devamını Okumak İçin Tıklayın