Türkiye’deki iyi niyetli ve yeterlilik sahibi örneklerine rağmen suistimale de açık olan bu alanda, dünyadaki örneklerine göre kimi kafa karışıklıkları da göze çarpıyor. Kimisi bu karışıklığın farkında değilken kimisi de çok üzerine düşmeden, düşülmesini istemeden herkes nasıl yapıyorsa biz de yapalım, paramızı kazanalım, adımızı duyuralım derdinde günü kurtarabiliyor.
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde lisansımı tamamladığımda, edebiyat bölümünün yazar yetiştirmediğini, -hatta adına kanılmasın- iyi okur bile yetiştirmediğini anlayalı çok olmuştu. Üniversiteye başlamadan önce anlasaydım bölümümü değiştirir miydim, bilmiyorum. Geçinebilmek için üç yıla yakın öğretmenlik yaptım ama öğretmen olmayı hiç düşünmedim. Akademisyen olma hayaliyle Yeni Türk Edebiyatı bilim dalında yüksek lisans bitirdim ama bitmeden çok önce birtakım sebeplerden akademiye dair de tadım kaçtı. Fakat ilk kez o süreçte, belli bir olgunlukta ve yeterlilikte yazabilme yolunun bir dizi gerekliliklerin yanı sıra en çok, iyi okumaktan geçtiğini fark ettim. (Biraz geç fark ettiğim düşünülebilir, ama inanın geç yaşlarda bile bunu öğrenemeyen çok insan var memlekette.) Bir süre sonra ise sadece çok okumanın değil, başkalarının metnini, son kertede ise kendi metinlerini analiz edebilmenin de hem okurluğu, hem yazarlığı nasıl yonttuğunu gördüm.
Şimdi bu otobiyografik bilgi burada kalsın, bunları hayat hikâyem bilinsin diye yazmadım elbet. Yazmak üzerine kafa yorup kendimce ahkâm keserken, konunun hem okuyan, hem yazan, hem analiz eden tarafında olmakla ilgili kısımlarından bahsettim ki ilerleyen bölümlerde buraya döneceğiz.
Yaratıcı Yazarlık Nereden Çıktı?
İnternet reklamlarında, sokakta panolarda, tabelalarda, kısacası şurada burada karşımıza çıkan “Yaratıcı Yazarlık Kursları”, az biraz “30 Günde Kusursuz İngilizce” olayına benziyor bizde evet, ama esasında pek öyle değil.
Yaratıcı Yazarlık’ın ne vadettiği sorusundan başlarsak daha sağlıklı olur: Başta kurmaca metinler olmak üzere yazmanın belli başlı terimlerini, tekniklerini ve unsurlarını öğretmek, önemli eserler üzerinde kafa yormak ve konuya hakim bir eğitmenin eşliğinde yazma pratiği yaparak katılımcıların kendi yazdıklarının başkalarınca eleştirilmesini, üzerine düşünerek olgunlaşmasını sağlamak.
Tüm bunlar aslında birer kişisel paket program halinde yazarlar tarafından hep anlatılageldi. Her ne kadar edebiyatla ve yazarlıkla pek de ilgisi olmayan mecraların “Falanca Yazardan Daha İyi Yazmak İçin XXX Öneri” tadındaki “okunma” değil de “tıklanma” hedefli yazılarına sıkıştırılmaya başlasa da bugün, işin özünde her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ve o çok sevdiğimiz -veya sevmediğimiz- yazarlar da belli başlı tavsiyeler vermişlerdir zaman içinde. Kimisi yazma disipliniyle, neyin nasıl okunması gerektiğiyle ilgili tavsiyeler verirken kimisi de alışılagelen sistematiği yıkan sıra dışı yazma egzersizleri ve yöntemleri sunar.
Özellikle modern dönem ve sonrasında kalem oynatan yazarlar için nasıl yazılması gerektiği hep önemli bir konu olmuştur. Çünkü yazarlık, başka birçok ülkede bir “kurum” olmayı başarabilmiştir; sektör demiyorum bakın, yazarlık sektör olmaz, yayıncılık olur. Ama yazarlığın ve okurluğun, yazılı olsun veya olmasın belli başlı kuralları, birbirleriyle ilişkileri, hukuki çerçeveleri, davranış biçimleri, saygınlığı olan birer kurum olabilmesi önemlidir. Bizde henüz tam olamayan bir şey bu.
Özellikle postmodernizm etkisiyle birlikte, medeniyetimizin kültürel mirasının her alanında olduğu gibi geçmişe dönüp bakma ihtiyacı hasıl oldu. Bu, bana göre hem yeni ve hiç denenmemiş bir şey yaratamamanın verdiği acziyetten hem de dünü yorumlama ve bugünle harmanlayarak geleceğe yeni ne kalacağını sorgulama refleksinden doğan bir şey… Uzun uzun konuşulacak bir konu tabii ama konumuzla ilgili kısmı şu: Bu geçmişe dönüş, eldeki bilginin deneysel nitelikte de olsa yeniden tahlil ve tasnif edilmesiyle sonuçlandı ve bildik edebiyat müfredatından ayrı, edebiyat tarihini ve eserlerini değil de edebiyatı oluşturan teknikleri ve unsurlarını da irdeleyen yeni alanlar oluştu. Sözgelimi, küreselleşmenin de itici gücüyle çıkan Karşılaştırmalı Edebiyat disiplini bunlardan birisidir.
Yani aslında bizde, biraz işkembeden uydurulmuş yaşam koçluğu veya yeni çağ spiritiüalizmi kursları gibi algılansa da ve kimi vasat örnekler gerçekten öyle davransa da Yaratıcı Yazı, esasen bu sürecin ürünü ve zengin örnekleri olan bir müfredat.
Onlarda ve Bizde Yaratıcı Yazarlık
Yukarıda söylediğim gibi, edebiyat bölümleri yazar yetiştirmezken Yaratıcı Yazı bölümleri bu işe soyundu. Evet, bölüm dedim, çünkü bizde çok da güvenli bir zeminde yürümeyen Yaratıcı Yazı, kimi yabancı akademilerde hâlâ deneysel nitelikte de olsa bir bölüm olarak eğitim veriyor. Bunu, mezun olunca yazar olarak işe alınmak üzere mesleki diploma veren bir bölüm gibi algılamamak lazım tabii; ciddi bir müfredat ve eğitmenlerle akademik düzeyde verilen atölye ve seminerleri kastediyoruz.
Klasik “dil ve edebiyat” bölümleriyle benzer içeriklere sahip olsa da bu akademilerdeki teorik ve pratik eğitim, öğrencilerin kendilerini daha iyi ifade etmelerine öncelikli olarak odaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da hazırlanan üniversite müfredatında önem kazanmaya başlayan Yaratıcı Yazarlık’ın resmi anlamda tanınan ilk örneklerinden İngiltere’deki University of East Anglia’da, 1970 yılında başlayan program. Burada ders veren isimler Malcolm Bradbury ve Angus Wilson. Lisans derecesinde, bizdeki seçmeli ders niteliğinde düşünebileceğiniz, Güzel Sanatlar’ın kapsamında verilen dersler, nadiren doktora programlarına da girmiş. Bizde daha çok, öykü ve roman gibi kurmaca türlerine yönelik verilen dersler, Avrupa’daki örneklerinde senaryo, tiyatro oyunu, şiir, köşe yazısı, haber yazısı hatta akademik makale yazımını da içeriyor.
Yaratıcı Yazı’nın akademi dışında bağımsız kurumlara çıkması ise henüz son yirmi-otuz yılın olayı… Dave Eggers’ın 826 Valencia’sı, İngiltere’deki Arvon Vakfı, Yeni Zelanda menşeli olsa da sınırını aşan NZIBS gibi karakteristik örnekler sayılabilir.
Fakat derslerin atölye formatında sunulması, dünyadaki örnekleriyle ortak nokta. Atölyenin farkı malum: Birisinin çıkıp anlatmasından ibaret olan kurslar veya seminerler gibi değil, kolektif üretimin, egzersizlerin üzerinden ilerleyen bir süreç. Sadece yazma değil yazılmış olanı bozma, yeniden yazma, kolaj yapma gibi bizdeki kurumlarda pek bahsedilmeyen deneysel egzersizler de içeriyor.
Aklınızdaki soruyu tahmin edeyim: “Bu okullardan hiç yazar çıkmış mı peki?”
Bağımsız atölyelere yolu düşmüş ünlü ve başarılı bir yazar var mı bilmiyorum; ama David Benioff, Darren Star ve Peter Farrelly gibi senaristler; Michael Chabon, Kevin Brockmeier, Ian McEwan, Karl Kirchwey, Rose Tremain ve bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Kazuo Ishiguro gibi isimler, ülkelerindeki akademilerin ilgili bölümlerinden mezun olan isimler…
Herkes Yazar Olabilir mi, İyi Yazabilir mi?
İyi yazmanın formülü elbette yok ama bu, belli başlı teknikleri bilmenin araziyi daha iyi okumaya yarayacağı gerçeğini yok etmiyor. Yaratıcı Yazı eğitimi en çok da bu yazma tekniklerini, yazmanın temel unsurlarını öğretmesi ve doğru pratikleri yeterince yapmaya itmesinden alıyor önemini.
Yazmak kuşkusuz büyülü bir iş; fakat kendiliğinden zaten büyülü olan bu uğraşa hem kişisel hezeyanlar, hem de poz kesme eğilimi yüzünden sahte bir büyü yüklemek gibi bir handikap var. İlham beklemek ve ilhamsız olmayacağını düşünmek bunlardan biri…
Bir gece uykularını bölecek kadar sıkı fikirlerin ve cümlelerin gelmesini bekleyen, ama bunun dışında yazmak ve okumak adına pek de parlak performans göstermeyenler için haberler kötü: İlham gelir gelmesine belki ama onu kağıda dökmek için başka bir şeylere ihtiyaç var.
Bildiniz, evet: bunlardan biri yetenek… Yazma yeteneği; sezme, düşünme, analiz etme ve ifadeye dökme gibi aşamaları içeren bir şey. Doğuştan geliyor kuşkusuz, ama mucizevi bir Tanrı vergisi de değil. Yani evliyalık veya peygamberlik gibi bir kader getirisi değil. Özünde hiç yoksa, yoktan yaratmak çok ama çok zor, hatta belki de imkansız; ama azıcık bile varsa, işte orada devreye diğer bazı şeyler giriyor.
Çalışmak gibi… Gelsin spot cümle: “Yetenek sizi A noktasından B noktasına götürebilir; çalışmak ise her yere!”
Bir sürü kaynakta -biz dahil- şu veya bu yazarın, falanca editörün yazma tavsiyelerini okuyabilirsiniz. Hiçbiri boşuna ve gereksiz değildir; saçma olanını bile olmayandan ayırmak için bilmekte fayda vardır.
Ama tüm bu tavsiyeler içerisinde aslında üç olmazsa olmaz vardır:
- Yazar, çok okumalı, doğru okumalıdır.
- Yazar çok yazmalıdır.
- Yazar, disiplinli ve mesaili çalışmalıdır.
Üzerine kitaplar da yazsak, tüm yöntemlerin çıktığı yer bu üç madde.
Buradan hareketle herkes “yazan kişi” anlamında yazar olabilir elbet. Ama yazılan metinler ne kadar güçlü, ne kadar “yaratıcı” olacaktır; işte onu bu üç madde belirliyor.
Yaratıcı Yazı Eğitimi Olmazsa Olmaz mı?
Türkiye’deki yaratıcı yazı atölye veya kurslarının müfredatlarında genel olarak karşımıza yazmanın temel unsurları olan karakter, zaman, mekan, kurgu, çatışma ile anlatma ve gösterme yöntemleri çıkar. Bunlarla birlikte hemen her atölyede ders içinde veya eve ödev olarak yazma pratikleri verilir. Sözgelimi; bir imge üzerinden serbest üretim, önceden belirlenmiş kişi-çatışma-konu üzerinde yazma, başkasının yazdığı bir metni tamamen veya kısmen yeniden kurma, bir metinde yukarıda bahsettiğim unsurları tespit etme, vs…
Bu çalışmalar, yukarıdaki üç maddenin ikincisini kısmen karşılayabilir. Eğer katılımcılara sürekli olarak disiplinli yazma telkini veriliyorsa, üçüncüyü de karşılayabilir. Ama bu üçgenin en önemli kısmı olan okuma aşamasında biraz sıkıntı var. Konuyu buraya getirme amacım doğrudan yaratıcı yazarlık kurslarını eleştirmekle işin içinden çıkamayacağımızı söylemek.
Doğru düzgün okuma yapmayan, okumayı hala boş zaman etkinliği olarak gören birisi için Hızlı Okuma dersleri nasıl bir işe yaramayacaksa, nitelikli okuma yapmayan birinin de sadece yazma kurslarına gitmesi de yazarlık anlamında işe yaramayacaktır.
Buradaki ilk handikap, okuma kültürünün yerleştiği bir ülke olmayışımız; daha da kötüsü, okuyan kitlenin de nitelikli okumadan bihaber olması. Çok okumak, iyi okumak değildir. Okunan metinleri sadece verdiği zevkle ilgili yorumlamak nitelikli okumak değildir çünkü. Üslup, dil, kurgu gibi unsurlarını gözeterek, benzerleriyle, türdeşleriyle, kendinden öncekilerle, dönemiyle, yazarının diğer kitaplarıyla ilişkisini, benzerlik ve farklarını yorumlamak, bunu sistematik bir şekilde yapmak gibi bir dizi disiplinli uğraş gerektirir.
Yaratıcı Yazı eğitimi, iyi yazar olmanın gizli formülünü vermez. Zaten ortada gizli formül falan da yoktur.
Yaratıcı Yazı, eğer gerçekten nitelikli kurumlarda ve adreslerde veriliyorsa, yazma sürecinin inceliklerini, aşamalarını, sınırlarını ve bu sınırlara nasıl uyulacağını veya ihlal etmek gerektiğinde nasıl ihlal edilebileceğini de anlatır.
Ayrıca bütün kurallar ve tavsiyeler de ihlal edilebilirdir, zaten bu yüzden edebiyat diri ve uzamda yaşayan bir sanattır.
Tersinden söylersek, yaratıcı yazı eğitimleri, aslında yazı tarlasının mayınlarını gösterir. Bu mayınlar bizden önceki yazarlar tarafından konulmuştur, dil ve söz de sınırları çizmiştir. İsterseniz bu mayınlara basmamaya çalışırsınız, isterseniz patlatmadan yerlerini değiştirirsiniz, isterseniz aralarından geçerken kimsenin denemediği bir dans tekniği üretirsiniz ki bu sayede kendi mayınınızı koyacağınız alana ulaşabilesiniz.
Gelgelelim, iyi ve doğru okuma yapmadan, yaratıcı yazarlık kurslarının hepsini bitirip bu alandaki kitapları hatmetsek bile boşuna olacaktır. Bu kurslarda okutulacak öykü ve kitaplar, klasikleşmiş, kültleşmiş örnekler olacaktır ve onları zaten kursa gitmeden de okumuş olmamız gerekir.
Bu yüzden Yaratıcı Yazı dersleri veren yerler elbette çoğalmalıdır, ama salt maddi kaygıyla, yapmış olmak için yapan kişilerin elinden de kurtarılmalıdır. Hatta okullardan akademilere kadar, donanımlı kişilerce verilecek şekilde yaygınlaştırılmalıdır. Tabii Türkiye’de en temel bilim dallarında bile yeterli akademisyen açlığı varken bu söylediğim şu an için hayal hükmünde sayılabilir, ayrı konu…
Bunu okuyan kimi öğretmenlerin “Zaten Yaratıcı Yazarlık dersi var,” dediğini duyar gibiyim. Maalesef, ders vermek için gittiğim okullarda tanık olduğum veya sohbet ettiğim öğretmen arkadaşlarımdan öğrendiğim üzere bu dersler ya boş vakit ya da sınava yönelik ders çalışmak, test çözmek için ayrılan zaman olarak kullanılıyor. Devlet okullarında bu daha vahim boyutlarda, özel okullar tematik derslere daha çok zaman ayırabiliyor tabii ki. Burada öğretmenleri ve okul yönetimlerini değil sınav travmasıyla aileleri ve çocukları delirten sisteme sözüm…
Ne Okumalı, Nasıl Okumalı?
Bunun cevabını bütünüyle vermek hem okunması gittikçe zorlaşan bu yazıyı uzatmamak için, hem de kati sınırlar çizmeye haddim olmadığını düşündüğüm için çok zor.
Yine de rahatça söyleyebileceğim şeyler var… Ne okumalı? Daha önceki kimi yazılarımda da belirttiğim üzere, elbette her şeyi. Kötü bir kitap bile bize kötü kitabın nasıl bir şey olduğunu anlatır, ilerleyen zamanda kötü kitaplara daha çok zaman ayırmamızı engeller.
Yaratıcı yazı üzerine yazılmış kitaplar özelinde konuşursak da liste uzar, gider. Kitap satış sitelerine girip de ilgili anahtar kelimeleri arattığınızda karşınıza adını hiç duymadığınız insanlarca yazılan sayısız kitap çıkacaktır. Nispeten daha tanınan, bu alanda bir şeyler üreten Zümrüt Bıyıklıoğlu, Murat Gülsoy gibi isimlerin yazdığı, teknik üzerine yoğunlaşan kitapların faydaları olacaktır elbet. Daha çok yazarlık kurumu, mesleği, yazar adaylarının yanılgıları ve bunların gerçek yönlerine eğilen Semih Gümüş’ün ilgili çalışmaları da –eleştiriye açık tarafları olmakla birlikte- okunması gerekenler arasında. Bunları “olmazsa olmaz” kitaplar değil de popüler örnekler olarak sıraladım. 3K Atölye’de bu amaca hizmet edebilecek kitapların da tanıtım ve incelemeleri yapılacak, uzatmıyorum o yüzden.
Ama sadece tekniğe yönelen kitaplara ders kitabı işlevi yükleyerek yaslanmak da elbette yetersiz. Yine amaca yönelik örnekler için söyleyebilirim ki yazarların yazmak ve yazarlık üzerine kaleme aldıkları denemelerini, eleştirilerini, kendi yazma hikâyelerini anlatan kitapları da okumak gerek. Bununla birlikte özellikle kurmaca türlerin geçmişine dair edebiyat tarihi ve analizlerini içeren akademik kitapları önerebilirim, hatta akademik demişken hakemli dergilerde yayımlanmış makaleler ve tezleri de okumanın –kimi zaman sıkıcı gelmekle birlikte- ufuk açıcı olacağı yadsınamaz. Bu tezlere online veritabanı oluşturan veya matbu basılan hakemli edebiyat ve sosyal bilimler yayınlarında ve YÖK Tez Veritabanında ulaşabilirsiniz.
Önceki iki paragrafta küçük bir açılış yaptığım amaca yönelik kitapları geçersek, en kısa haliyle her şeyi okumak, özellikle alamet-i farikası olan, yeni bir dil, üslup ve ses yaratmış eserleri okumak, bunları eleştirel gözle analiz etmek, bu yazarların karakterlerini, olayları nasıl verdiğini, nasıl sıralamalarla anlattığını, nereleri uzun uzun ifade edip nereleri kısa kestiğini, cümle ve kelime tasarrufunu nasıl kotardıklarını, kurgu ve çatışmaları nasıl ördüklerini, …, incelemek ve bunu mümkünse belirli zamanlarda değil sürekli yapmak gerek.
Bu anlamda, parlak bir fikir ve sıkı bir birikim eseri olan ve iyi yazmada iyi okumanın önemine vurgu yapan Onur Caymaz’ın Yaratıcı Okurluk atölyelerini önemsediğimi söylemek isterim.
Gerek Yaratıcı Yazarlık, gerek 3K Atölye ile ilgili yorumlarınızı, eleştirilerinizi eksik etmeyin. Bu sitedeki yazıların, kaleminize vitamin olması dileğiyle…
Görsel: Joey Guidone